Başlığı, büyük fikir adamı ve ideolog Yusuf Akçura hocanın aynı adlı makalesinden esinlenerek koydum. Üstadın yaşadığı döneme ilişkin devrin siyasi akımlarını incelediği daha sonra kitaplaşarak karşımıza çıkan eserini her okuyuşumda sanki bugünü görür ve tarihin hakikaten tekerrürden ibaret olduğu kanısına varırım. Özellikle siyaset alanı ve toplum bilimleriyle ilgilenen herkese de üstadın bu kitabı başta olmak üzere tüm eserlerini öneririm.
Üç tarz-ı siyaset yani Osmanlıcık, İslamcılık ve Türkçülük. Dönemin (19. ve 20yy) siyasi akımları. Üstat makalesinde her başlığı ayrı ayrı değerlendirmiş, iyi ve kötü yanları ve uygulanabilirliği hususunda fikirleriyle de konuyu tartışmaya açmıştır. Bu konuyu yazma ihtiyacı hissetmemin de sebebi aslında bu bitip tükenmek bilmeyen bu tartışmalardır. Hemen her gün aynı konuları farklı olaylar üzerinden tartışıyor, gündemi neredeyse 120 yıldır değiştiremiyoruz. Oysa bu üç akımdan Türkçülük akımı dönem içinde kısmen başarılı olmuş, kısmen diyorum çünkü Türkçülüğün nihai hedefleri de henüz gerçekleşmemiştir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti bu felsefeyle inşa edilmiş Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk devrimleriyle Türkçülük görüşüne omuz vermiştir. Kendisini de Türkçü- Türk milliyetçisi olarak atfeden Atatürk döneminden sonra ne yazık ki konu adeta yeniden hortlamıştır. Birleştirici olanın Türklük olması bazılarına dokunmuş olacak ki yeni bir kimlik arayışı içinde, dışarıdan da medet umarak ve hatta çoğu zaman da yönlendirilerek farklı yönelimler olmuştur. Kimisi Atatürk’ün işaret ettiği yüksek Türk kültürü anlayışını farklı yorumlamış, batıcılık ekseninde değerlendirerek gardırop Atatürkçülüğü yapmıştır. Rahmetli Oktay Sinanoğlu deyimiyle kültürü, Hakkari’de balo gösterisi, Moda’nın ara sokaklarında süs köpeği gezdirmesi gibi ne olduğu belirsiz, batıdan taraf ancak içi boşaltılmış bir şey olduğu kanısında olanlar bir tarafa buna karşı ne yazık ki Türklüğün yine ikinci plana atıldığı ve Türk Kültürü ile alakası olmayan akımlar da türemiştir. Neticede bu kısır ve içi boş tartışma yaklaşık 120 yıldır devam etmektedir. Tüm olayların önünde arkasında hala ne olduğuna, nereye gideceğine karar veremeyen kimliği sürekli tartışmaya açılan ve sürekli farklılıklar aranan bir hal yaşanmaktadır. Oysa her üç akımda bu topraklarda denenmiştir. Osmanlıcılık yani etnisitesi, dini ne olursa olsun beraber yaşama ideali ne yazık ki tutmamıştır. Birleştirici unsur olarak bunun adına günümüzde ister hümanizm ister Türkiyelilik deyin durum değişmemektedir. Zira insan merkezli bir anlayışın hakim olması için dahi Türklüğün dünyada hüküm sürmesi şarttır. Bakın mesela Osmanlı devletinin güçlü olduğu dönemlerde böyle bir tartışma yoktur. Çünkü hakimiyet sağlanmıştır. İslamcılık ise her ne kadar kulağa hoş gelse ve inanç dolayısıyla duygulara hitap etse de yine ne yazık ki uygulanabilirliği kıyamet dönemine kadar olmayan bir akımdır. Çünkü Türk insanı ne kadar inançlı olsa da koyu dindar değildir, dini yaşama anlamında da esnektir. Dindarlığı kalp temizliği gibi, çok fazla uğraş gerektirmeyen bir boyutta düşünmektedir. Nasıl olsa her inananın cennete gireceği düşüncesi dine sınırsız bir hoş görü anlayışla bakmasını sağlamıştır. Bu sebeple de bazı şeyler dinen zorunlu olmasına karşın toplumun büyük kesiminde hoş görülmektedir.
Velhasıl artık dünya eski dünya değildir. 100 yıl önce konu çözülmüş ve aslında tartışmaya dahi kapatılmıştır. Kısır tartışmalar yerine geleceğe yön verecek atılımlar yapmak lazımdır. Dünya yapay zekayı konuşurken, hatta konuştururken bizim geri zekalılara ayıracak vaktimizin olmaması gerektiği görüşündeyim. Bu sebeple de tartışmak yerine yeni Aziz Sancar’lar yetiştirmenin yollarını arama ve her tartışma ortamında konuyu akla, fenne ve bilime getirmeliyiz diye düşünüyorum.
Hakan Yetişkin