Kültür - Sanat

Tarihi Yarımada(1)

Kızılay Web Banner 950X100

Eminönü

Yıllardır bu şehirde yaşayanların bile bilmediği, yolunun düşmediği yada her gün yanından geçtiği halde fark etmediği o kadar çok yer ve duyulmadık o kadar çok hikaye var ki okudukça İstanbul’un içinde bir İstanbul daha varmış diyeceksiniz. Durağımız İstanbul’da yaşayan hemen herkesin mutlaka yolunun bir kere olsun düştüğü hiç değilse bir kez bile olsa kıyıdaki sandallardan balık ekmek yediği, çocukların güvercinleri kovaladığı belki birçoğumuz için bayram alışverişlerinin yapıldığı yer olan Eminönü. Hayaller şehri İstanbul’un liman semti Eminönü tarih boyunca bir çok değişikliğe uğradıysa da ruhunu hala korumakta. İstanbul’un fethiyle birlikte Osmanlı kent modelinin yansıması olarak inşa edilen yapıları ve buna ek yaşam alanlarıyla günümüzde de İstanbul’un cazibe merkezlerinden biri olma özelliğini sürdürüyor. Farklı ülkelerden Sarayburnu limanına gelen kumaşlar, tahıl ürünleri, kap kacak ve değerli taşlar önce başkente sonra tüm imparatorluğa buradan yayılıyordu. Fetihten öncede ticarette önemli yere sahip olan semt İstanbul’un Osmanlı hakimiyetine geçmesiyle birlikte sürekli yenilenen ve her gün daha çok gelişen bir yaşam alanı haline gelmiştir. Bugünde benzer konumdadır fakat Eminönü’nü Eminönü yapan sadece alışveriş değil Osmanlının kent modelidir. Osmanlı, kamusal alanda ortaya koyduğu yapılaşma prensibiyle dini faaliyetlerle birlikte ekonomik faaliyetlerinde ve hatta eğitim faaliyetlerinin de sürdürülmesini ve bununla beraber insanların bir arada bulunup sosyalleşmesini amaçlıyordu. Eski semtlere baktığımızda bunu çok rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Büyük meydanlar, meydana açılan dükkanlar, en müstesna yerinde bir camii ya da eğitim kurumu ve bunlarla birlikte olmazsa olmaz kahvehaneler ya da yeme içme mekanları. Klasik olduğu kadar işlevsel ve bir o kadarda yaşayan mekanlardır buralar. Eminönü de aynı amaç ve prensiple bina edilmiştir. Bunun en güzel örneği de Eminönü’ne ayak basar basmaz olanca ihtişamıyla karşımıza çıkan etrafındaki güvercinleri ve yem satan yaşlı teyzeleriyle ziyaretçilerini karşılayan Yeni Camidir.

Alevlerle gelen ihtişam…

Yeni Camii Külliyesi’nin yapımına 3.Mehmed’in annesi Safiye Sultan’ın emriyle başlanmıştı. Nereye yapılacağı konusundaki arayışların neticesinde günümüzdeki mevcut yeri seçilmiş fakat alanın yarı bataklık olmasında dolayı inşası epey zahmetli olmuştu. Önce orada bulunan Yahudi mahallesindeki evler ve dükkanlar ki burası halk arasında “yahudhane”* yada “cıfıthane”** olarak adlandırılıyordu. “iki misli baha” ile istimlak edilmiş ve başka bir sinagogu onarmak karşılığında mahalledeki sinagog yıkılarak arazi inşaata hazır hale getirilmişti. Daha sonra Mimar Sinan’ın öğrencilerinden olan baş mimar Davut Ağa temel zeminindeki suları tulumbalar yardımıyla tahliye ettirip başları kurşun şapkalarla kaplı olan kazıkları zemine gömerek camii temelini oturtacak bir radye hazırlamıştı. Bu zahmetli sürecin akabinde inşaat birinci katın pencere kemerlerine minare ise birinci şerefeye kadar yükselmişken Davut Ağa’nın vebadan ölmesi sebebiyle inşaata Dalgıç Ahmet Ağa’nın mimarlığında devam edilmişti.

*Yeni cami’nin plânı, Mimar Sinan’ın Şehzade Camiinde kullandığı plânın daha ayrıntılı bir şeklidir ve ortada büyük bir kubbeyi tutan dört ayak ile, yanlarda dört yarım kubbeden meydana gelmiştir. Kare bir alanı kaplayan bu merkezî kubbe ile dört yarım kubbenin köşelerinde kalan boşluklar, küçük tam kubbelerle Örtülmüştür. Yalnız avlu tarafında mevcut olan alt ve üst galerinin ilâvesiyle bina dikdörtgen bir şekil almıştır. Kuzeydoğu ve güney batı uzun cephelerinde dıştan ve içten ufak sütunlara dayandırılmış ufak galeriler ve maksureler vardır. Cami alçak bir yerde kurulduğu için, oldukça yüksek bir su basmanın üstüne inşa edilmiştir. Buraya merdivenlerle çıkılmakta ve cümle kapılarından içeriye girilmektedir. Cami, diğerlerinde olduğu gibi bir harım ile şadırvan avlusundan ibarettir. Bu avlu kare bir alanı kaplamakta ve her kenarda 6’şardan toplam 20 sütun bulunmaktadır. Bu direkler 24 kubbeyi taşımaktadır.

Fakat 1603 yılında 3.Mehmed vefat edip Safiye Sultanda eski saraya gönderilince inşaat yarım kalmıştı. Sonrasında tahta geçen 1.Ahmed’in inşaatı tamamlamak yerine kendisi için Ayasofya’nın karşısında bir camii (Sultanahmet Camii) yaptırmak istemesiyle burası iyice gözden çıkarılmış ve unutulmuştu. Neredeyse 60 yıla yakın atıl vaziyette kalan inşaatın kaderi büyük yangınla değişmişti. Tarihinde sayısız badire ve tehlike atlatan İstanbul o güne kadar hiç karşılaşmadığı şiddette bir yangına maruz kalmıştı. Eminönü’nden Tahtakale’ye Sarayburnu’ndan Kadırgaya kadar tüm sur içi yanıp kül olmuştu. Öyle ki devrin kaynaklarına göre Süleymaniye Camii taş yapısı sayesinde ayakta kalmıştı lakin minarelerinin uç kısımları ahşap olmasından dolayı adeta mum gibi alev almış yanıyordu. Neredeyse iki gün süren yangın İstanbul’u yakıp kül etmiş fakat altmış yıl boyunca kaderine terk edilip etrafı yeniden mezbelelik bir hal alan camiye yaramıştı. Dönemin padişahı 4.Mehmed’di ama henüz sekiz yaşında olduğundan tahtın yönetimi kendisi adına valide Turhan Hatice Sultan’da idi. Turhan Hatice Sultan tahribatı ve yapılacakları yerinde görmek için gezerken yarım kalmış inşaatı görmüş ve kendi hazinesinden 5 bin kese altın tahsis ederek derhal camiinin tamamlanmasını istemişti. (Hatice Sultan yeni bir cami inşa ettirmek istemiştir fakat rivayete göre mimar başı Mustafa Ağa’nın bazı kaynaklara göre ise Sadrazam Köprülü Ahmet Paşa’nın önerisiyle Yeni Cami’yi tamamlamıştır) İnşaatının başlamasından 59 yıl sonra kaldığı yerden mimarlığına Mustafa Ağa tarafından devam edilen camii ve külliyesi 8 Şubat 1663 yılı Cuma namazıyla birlikte ibadete açılmıştır. Camiyle birlikte bugün Mısır Çarşısı olarak bilinen çarşı, Sıbyan Mektebi, Darü’l-Kurra ve Caminin hemen bitişiğindeki Hünkar Kasrı ile birlikte bütün olarak inşa edilen ticaretin, eğitimin, dini hayatın ve sosyal yaşamın bir arada olduğu bu külliyeden sıbyan mektebiyle birlikte Darü’l-Kurra (bugün yerinde İş Bankası vardır) ne yazık ki günümüzde ayakta değildir. Yapıldığında mısır çarşısı arka avlusundaydı fakat 1940’lı yılların başında büyük şehir belediyesinin kalabalıklaşan trafiği rahatlatmak için avludan yol geçirmesiyle çarşı ve camii birbirinden ayrılmıştır.

Yapımı 66 yıl ile en uzun süren cami olarak tarihe geçen Yeni Camii, türbesinde en fazla hanedan mensubunun gömülü olduğu yerdir. Halk arasında yapımı iki valideye kısmet olduğu için Validetün (iki valide) Camii olarak da bilinen Yeni Camii için Evliya Çelebi hatıratlarında “Temelinin maliyeti bile on Mısır hazinesine eş değerdir.” notunu düşmüştür.

Ramazan Maltepe

Kızılay Web Banner 950X100