Ahir zamanda dem, durulma vakti gelip çatıyor.
Zaman bir yele binmiş yazgı gibi ömür çimenlerini kurutuyor. Hangi ataştır bu bilinmez çünkü kimisine olgunluğu, basireti, iradi kuvveti, gönül huzurunu, sevdayı, merhameti ve dahi bilcümle güzellikleri bahş ediyor.
Kimisine ise elemi, ayrılığı, zayıflığı, öfkeyi, yanlızlığı, kısır döngüyü, acıyı ezcümle kötü diye yorumlananı; makus talihe dönüştürüp kucağına bırakıyor.
Her insan tükettiği baharlarının bozukluğu çiğ taneleri gibi berraklığını inancını ve ülkülerini eritiyor.
Emeller her düşen akrebin kıskacında bir sırra daha gömülüyor. Hani tanıyıp kulluk edecekti ya!
Masumiyetin mihmanı merak “bana ne” acziyetini kartondan kale yapıp ecelin pençesindeki sedadan kaçabilmek için içine saklanıyor.
İnsan İster güzellikleri yaşasın ister kötü denilenleri yaşasın fark etmiyor. Yakıcı bir alev üstten üstten soldurduğu şenliklerden bir hoş sedadan gayrısından vaz cayın diye sararmış dişleri, savrulan saçaklarıyla gah ince gah kalın fırçalarıyla resimler yapıyor.
Ve geliyor hatıralar çağı. Biraz avunmalı değil mi?
Önce en son tükettiği birikimine hayıflanıyor sonra keşkelerine hırslanıyor kayıplarının ızdırabına ancak az bir nefes dayanıyor ve final:
Oyun ve eğlence yıllarına dönüp mutlu oluyor. “Ne hazin özet değil mi? “Dünya hayatı sadece oyun ve eğlenceden ibarettir.”
Bu yukarıdaki seyahat ölümü ilk tadacak olan yolcunun encamıdır. İbretlik değil bilakis her ademde tekerrüründen maada alışılagelmiş olandır.
Hak-adalet ekseninde ömür sürmüş iyi veya kötü denilen yılkı taydan yaşanmışlıklara binmişlerin sonudur. Yaşanması ve yaşaması en kolay olandır.
Bir fark var mıdır, kaderdaşı diğer varlıklar? Vardır! Nedir bunu iyi bilir ” biz insanı….yarattık” sorusunu eksik veya doğru özümsemiş ve yaratıldığını kavrayabilirmiş bu sayede de kendisi ile diğerleri diye bir farkı anlayabilmişlerdir.
Bu durumu şöyle özetlemek uygun olabilir!
“Farkı fark etmek”
Önünde cennetten bir pınarından sonsuz yaşamı sunacak tertemiz bir lezzetin avuçlarınızı daldırdığınızda dolacağını bilme mutluluğunu bir ömür taşıyabilenler ve bu benim için kafidir diyenler için çok kabul edilebilirdir. İnsana yüklediği karşılık ise “Şirk koşmamak hak yememededir”
İlk okuduğuna iman etmiş ve daha sonra okumayı terk etmiş ilkini yeterli görmüş her bir kulun yapıp ede geldiği hal budur. Güzeldir de! Saflığın teslimiyetinde vücut bulmuş ve bir ömür bunu korumaya çalışmakla geçirmişlerdir. Cennet’i âlâda mükafatlanacaklarının vaadini bizzat yüce Allah açıkça müjdelemiştir. “Sabreden ve muttaki kullara müjdele hitabına” muhatap olmuşlardır!
Hak Teâlâ’nın ilim ve hikmet verdiği kulları hak kıyamet verene dek olacaktır. Şanı yüce olanın şanını yürütmesinden doğal daha ne olabilir ki?
O şanı yücenin sevdasına yitmiş insanları insanlar dünyasından yorumlamayın.
O yol öyle dehşetli bir değiş tokuştan sonra nihayetine ulaşılan bir yoldur ki;
Önce çağrılırsınız (sevildiğinizden)
Sonra yakılırsınız ayrılırsınız(yüklerinizden)
Sonra sınanırsınız (ardınızdan)
En nihayet erersiniz (ilk eşiğe)
Ardı naz-niyaz .
Aşık la maşuk muhabbeti demi sırdır. Şevki sırdır, makamı sır. Hu esmasının ardınca ne muhabbet vardır Allah-u alem …
Aşık-alem bilir demek murad eder idim amma hiçbir Aşkı ilahi erbabının kendisinden geriye bir şeyi kaldığına şahit olan olmamıştır.
Hüseyin Coşkun