Dünya değişiyor hem de çok hızlı bir biçimde. Bundan on-on beş yıl önce çoğumuzun zihninde Çin; ucuz ve çok da kaliteli olmayan malları, kalabalık nüfusu ve atalarımızı durdurmak için inşa ettikleri seddi ile yer ediniyordu. Oysa günümüzde bu tablo inanılmaz bir değişimle bambaşka şekillere büründü. Kurucu liderleri Mao’nun ‘ağır’ ama etkili adımlarla başlattığı sanayileşme hamlesini, 2019 itibariyle dünyanın en büyük sanayi üreticilerinden biri haline gelerek devam ettirdiler. Bu sanayileşme doğal olarak; sosyo-ekonomik yükselmeyi, yüksek teknoloji gelişimlerini, güçlü orduyu, etkili dış politika enstrümanlarını, çok seçenekli uluslararası ilişkiler kurma yetkinliğini de beraberinde getirdi.
Artık Çin, bünyesinde 600’den fazla dolar milyarderi barındıran ve bu sayıya her hafta ortalama 2 yeni milyarder ekleyen dev bir iktisadi güç. Evet, gelir düzeyi çok düşük olan yüz milyonlara da yurtluk yapıyor fakat 300 milyondan fazla vatandaşı İsviçre vatandaşları kadar yüksek gelire sahip. Bu, ciddi bir başarı. Ama başarının devam ettirilmesi de önemli. Bu anlayışta olan Çinli yetkililer tarihi İpek Yolu’nu canlandırıp son yüzyılın en büyük mega ticaret ve ulaşım projelerinden birini yaratarak Pekin’den Londra’ya kadar kesintisiz bir ticaret yolu oluşturmayı hedefliyorlar. “Kuşak ve Yol Projesi” adıyla bilinen bu hamleleri 2013 yılında kamuoyuyla paylaşıldı. Dünya nüfusunun yüzde 60’ını etkiliyor, Doğu Asya ile Avrupa ekonomilerini birbirine bağlıyor. Dünya yüz ölçümünün yüzde 26’sını kapsayan proje, 4,4 milyarlık nüfusu ve yaklaşık 20 trilyon dolarlık ekonomileri birbirine bağlıyor. Projenin kapsadığı ülkelerde gerekli alt yapıyı oluşturmak için Çin finansal ve teknik destek vermeye başladı. Bu proje ile Çin, ürettiği malları çok daha kısa sürede Avrupa pazarına ulaştırmayı planlamaktadır.
Kuşak ve Yol Projesi iki kısımdan oluşur. Bunlardan ilki kara ve demiryolundan müteşekkil İpek Yolu Ekonomik Kuşağı, diğeri ise 21. Yüzyıl Deniz İpek Yolu. Türkiye Orta Koridor Girişimi ile bu projeye destek olarak projenin kilit bir parçası olmayı kabul etti. Orta Koridor Türkiye’den demiryoluyla Gürcistan ve Azerbaycan’a, buradan da Hazar denizini aşarak Türkmenistan ve Kazakistan’ı geçerek Çin’e uzanıyor. Geçtiğimiz yıllarda açılan Bakü-Tiflis-Kars demiryolu, Yavuz Sultan Selim ve Osman Gazi köprüleri, Marmaray ve Avrasya tünelleri, 1915 Çanakkale köprüsü, Türkiye içinde yapılan bölünmüş yollar, otobanlar, hızlı tren hatları, lojistik üsleri ve iletişim altyapıları da Orta Koridor Projesi kapsamında gerçekleşen alt yapı yatırımlarıdır.
Güncel verilere göre bir yılda Çin’den Avrupa’ya gönderilen yaklaşık 10 milyon konteynırın yüzde 96’sı denizyolu, yüzde 4’ü ise Kuzey Koridoru olarak adlandırılan Trans-Sibirya demiryolu hattı üzerinden gönderilmektedir. Orta Koridor, Kuzey Koridoru ile karşılaştırıldığında 2 bin kilometre daha kısa, daha ucuz, iklim koşulları bakımından daha elverişlidir. Ayrıca deniz yoluna oranla ulaşım süresini üçte bir oranda azaltarak ürünlerin hedeflerine 12-15 gün daha önce varmasını sağlayacaktır. Elbette bu yolun Türkiye’nin üretim sanayii üzerinde bir etkisi olacağı aşikardır. Ancak yapılacak ciddi ve doğru kar-zarar analizleri ile bu etkinin nasıl olacağı belirlenebilir ve ona göre tedbirler alınabilir.
Çin, tüm dünyanın ilgisini çekmekte kararlı görünmektedir. Ancak bu ilgi her zaman olumlu sonuçlar vermemektedir. ABD, Çin’in ekonomik gücünün ona ne gibi yetkinlikler kazandıracağını fark ederek hamleler yapmaya başlamıştır. Günümüzde meydana gelen; savaş, iç çatışma, askeri darbe, sivil ayaklanma gibi olayların çoğu, Çin’in ‘Tek Kuşak Tek Yol’ güzergahı üzerinde gerçekleşmektedir. Ne kadar ilginç değil mi? Çin’in uyguladığı ‘yumuşak güç’, ABD’nin yıllardır ‘demir yumruk’ ile yönetmeye alışık olduğu dünya devletlerine tercih edilebilir gelmiştir. Sadece çatışma ve kargaşa çıkararak Çin’in projelerini engelleyemeyeceğini düşünen ABD, Çin’e karşı ‘ticaret savaşlarını’ başlatmıştır. Fakat deneyimli ABD yöneticileri, karar vericileri uyararak bu hamlenin sonunda kendilerinin zararlı çıkacağını ikaz etmişlerdir. Yani aslında artık Çin dünyada pazarlık masasına oturabilecek bir devlet olmaktadır.
Ordusunu, politika ve projelerini uygulamakta en son seçenek olarak gören Çin, üretim sayesinde artık edinmekte zorluk çekmediği ABD dolarını bunları hayata geçirmekte ana güç kaynağı olarak kullansa da askeri kapasitesini artırmaktadır. Ordu kurmaylarınca benimsenen ‘sınırsız savaş’ ilkesi özellikle Japonya ve Güney Kore’ye ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Günümüzde sahip olduğu pek çok yüksek teknoloji ürünü silahı ve savaş araçlarını kendi üretebilmekte, bunları yabancı ülkelere satarak savunma sanayii alanında da Batılı rakiplerinin dikkatini üzerine çekmektedir.
Son bağlamda; Çin, bir süper güç olmak niyetindedir. Bunu yapacak ekonomik kaynakları var olmakla birlikte her şeyin sadece ‘para’ ile çözülmesi pek kolay olmayacaktır. Toplumlar arasında kurulacak gönül köprülerine ihtiyaç vardır. Şayet Çin, dünya halkları ile bir akıl ve gönül bağı kurabilirse diğer devlet ve toplumları oldukça hareketli günlerin beklediği kesindir.
M. Fatih Akgül