Bu şehr-i İstanbul ki bi misl ü behâdır
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
Nedim
Eşi ve benzeri olmayan ve paha biçilemeyen eşsiz şehir, bir taşına bütün Acem toprağının feda edildiği, iki deniz arasında tek parça bir mücevher gibi, Cihanı aydınlatan güneşle eşdeğer İstanbul. Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında olan İstanbul’un kıyılarında insan vücudunun tuzlu su ile olan ilk temasının öyküsünü sizlerle paylaşacağım.
Osmanlı deniz kültürü ve yüzme kültürü konusunda bir fikriniz var mıdır? Osmanlı halkının gündelik hayatında denize ne kadar yer verilmiştir? Payitaht İstanbul halkı denizle barışık mıydı? İki deniz arasında tek parça bir mücevher gibi denizle haşır neşir hayatında İstanbul, nice denizlerde hüküm sürmüş bir devletin payitahtı olarak deniz kültürünü ne kadar özümsemişti?
Osmanlı halkı denizleri ve okyanusları yalnızca zafer peşinde koşan kadırgaların savaş oyunları oynamasına, zaferler kazanıp ülkeler fethetmesine olanak sağlayan bir suyolu olarak mı görüyordu?
Hayır, hiç kuşkusuz öyle görmüyorlardı. Osmanlı halkı denizle barışık bir hayat sürmüş ve denizden maksimum düzeyde faydalanmıştır. Deniz ve yüzmek işte ana tema burasıdır. Eski Osmanlı ve İstanbul halkı inancının gereği yüzmenin Peygamberinin uyguladığı bir spor olmasından dolayı bütün zamanlarda sünnet-i saniyeyi yerine getirebilmek için zaman zaman denize girmişler ve yüzmüşlerdir. Bu uygulamayı bütün İslam toplumlarında görmek mümkündür.
Şehr-i İstanbul’da insan vücudunun denizle ilk temasının 19.yüzyılın ortalarında meydana geldiği kaynaklarda belirtilse de, aslında yazılı kaynaklara girmemiş olan Boğaziçi ve Marmara’nın tuzlu sularında halktan ve devlet ricalinden birçok kişinin yazın serinlemek üzere sularla kucaklaştığını söyleyebiliriz. Bugüne kadar bizlere hiçbir tarih dersinde Fatih Sultan Mehmet, II. Selim, II. Osman, I. Ahmet’in Boğaz sularında yüzmeyi sevdiği anlatılmamıştır. Yavuz Sultan Selim’in yüzmeyi çok sevdiği ve hatta Mısır’ı alınca Nil Nehri’nin serin sularında yüzdüğü anlatılmaz. Başka bir padişahın Tuna’nın hırçın suyunda kulaç attığı veya Akdeniz’e korku salmış Osmanlı donanmasının leventleri ve Kaptan-ı Derya’larının deniz tutkuları, kendi aralarında eğlence olarak yaptıkları yüzme yarışları bizlere hiç anlatılmadı. Barbaros Hayrettin Paşa, Turgut Reis, Sinan Paşa, Seydi Ali Reis vb. büyük denizcileri bizlere sadece su üzerinde düşman kellesi kesen, savaş naraları atan kişiler olarak anlattılar… Heyhat..! Bütün bu saydığımız kişilerin sosyal hayatında ve gündelik yaşantılarının bir bölümünde denizle ve deniz kültürü ile ilgili azımsanmayacak anılar mevcuttu.
Yazılı kaynaklarda 19.yüzyılda İstanbul’da insanların denize ilk girdiği yerler olarak Galata Köprüsü, Büyükdere, Bakırköy, Yeşilköy, Moda karşımıza çıkmaktadır. 1826-1850 arasında kurulduğu düşünülen Çardak İskelesi Deniz Hamamı İstanbul’da ilk denize girilen yer ve mekan olarak literatüre girmiştir. İstanbul’da kurulan ikinci deniz hamamı Salıpazarı, üçüncüsünün ise Kumkapı’da kurulduğu yazılı kaynaklarda belirtilmektedir. Şehr-i İstanbul halkının denize girerek yüzme ve serinleme ihtiyacını karşılamak üzere dönemin sosyo kültürel yapısına uygun deniz üzerinde, kazıklar üstünde ahşap, suya dayanıklı çürümez kerestelerle ergonomik olarak dizayn edilen ve adına “deniz banyosu” ya da “deniz hamamı” denilen yapılar; İstanbul’da denizin vücutla ilk temas ettiği yerler olarak kaynaklarda belirtilmektedir. Bu deniz hamamlarının en ve boyları, derinlikleri, nerelerde yapılacağı vb. konular hakkındaki her türlü sorumluluk Şehremaneti tarafından “nizamname” ile belirlenmekteydi. Umuma açık deniz hamamlarının nereye yapılacağı şehremaneti tarafından kararlaştırılır. Bunların yapım ve işletmeciliğine genellikle gayrimüslimler talip olur. Deniz hamamları nizamnamelerine göre hamamın dışına çıkarak yüzmek yasaktır. Bilindiği gibi Osmanlı’da, gerek devlet yönetimi; gerekse toplum hayatının düzenlenmesinde, Batı’dan alınan bazı kanunlarla birlikte genel ahlâk kuralları, örf-âdetler ve dinî ölçüler de göz önüne alınmaktadır. Dört tarafı, suya dayanıklı keresteden yapılan bu alanın etrafında soyunma odaları, içkisiz bir büfe ve tuvalet vardır. Boğulma tehlikesine karşı, işletmecilerin bir de cankurtaran görevlendirmesi mecburidir. Her türlü tedbirin alınmasına karşılık deniz hamamlarına giden Türk kadınlarının sayısı oldukça azdır. Mecelle-i Umûr-ı Belediyye’deki kayıtlara göre, İstanbul’da sadece kadınlara hizmet veren deniz hamamları Modaburnu, Beylerbeyi, Eskiköprü, Hamam İskelesi, Salıpazarı ve Paşabahçe’dedir. Aralarında belli bir mesafe bırakılarak yan yana inşa edilen kadın ve erkek hamamları ise, Kadıköy, Büyükada, Büyükdere, Beşiktaş, Salacak, Bebek, Kabataş, Üsküdar, Çengelköy, Tarabya, Yeniköy, Çatladıkapı, Yenikapı, Ahırkapı, Üsküdar-Ayazma İskelesi, Heybeliada, Kuleli, Beykoz, Yenimahalle, İstinye, Kuruçeşme, Kumkapı, Samatya, Makriköy, Ayestefanos, Ortaköy ve Davutpaşa’dadır. Bu çerçevede, Osmanlı insanının denize girme ihtiyacının karşılanması, şekil ve yer olarak; genel ahlâk kurallarının ihlâl edilmesi, boğulma tehlikesi, deniz ve sahillerin kirlenmesi gibi endişelerle devlet tarafından belirlenmiştir. Nihayetinde sahillerde dört tarafı kapalı, ahşap, küçük yüzme havuzları inşa edilmiştir. Derinliği; kıyı tarafında “altı parmak”, deniz yönünde ise 1.5 m olan bu havuzlar; tabanı ahşapla kaplanmış, en küçüğü 12×6; en büyüğü de 25×15 m boyutlarında kurulur. Kaynaklara göre, İstanbul’da deniz hamamlarının sayısı, 19. yüzyıl ortalarına kadar sadece ikidir. Fakat yüzyılın sonlarına doğru -yalı sahiplerinin hususî hamamları hesaba katılmaksızın- bu rakam, 60’a ulaşmıştır ki, bunların 33’ü erkeklere, 27’si de kadınlara mahsustur.
Deniz hamamları genel ve özel olarak iki grupta yapılanmaktaydı. Özel olanlar yalılara aitti ve ya yalının hemen yanında ya da varsa rıhtımında yer alırdı. Genel deniz hamamları ise kendi aralarında kadınlara ait olanlar ve erkeklere ait olanlar diye iki türlüdür. İki hamam arasında, seslerin duyulmayacağı kadar bir mesafe olma koşulu vardı. Deniz hamamlarında bir kahve ocağı bulunur, burada çay, kahve, limonata, gazoz satılırdı. Hamamların içinde herkesin kullandığı localarda soyunanlar bir kuruş, özel localarda soyunanlar ise iki kuruş ücret öderlerdi. Kadınlar hamamı ile erkekler hamamı arasında polis sandalı aralıksız devriye gezerdi. Özel deniz hamamları Marmara ve Boğaz kıyılarında yalı ve köşklerin önünde ince birer ahşap iskele bağlantısıyla, yalı sahibinin mali durumu ölçüsünde birer su şatoları olarak eski kartpostallarda görüntülerinde günümüze yansımaktadır.
20. yüzyılın başlarında, İstanbul’un, Anadolu ve Rumeli yakalarında, kıyı şeridinde bulunan bütün semtlerin deniz hamamları vardır artık… Ama zannedilmesin ki, o yıllarda sadece İstanbul’da deniz hamamları vardır. 19. yüzyılın sonunda Osmanlı coğrafyasında denize kıyısı bulunan pek çok şehirde deniz hamamları bulunuyordu. İzmir, Antakya, Mersin, Lübnan, Lazkiye, Bingazi, Selanik ve hatta Karadeniz sahillerindeki şehirlerde dahi deniz hamamlarının varlığına şahit oluyoruz.
İstanbul’da insan vücudunun denizle temas noktasını Yazar Burçak Evren şöyle belirtmektedir. “..Deniz hamamları, Osmanlı’nın denize küskünlüğüne son veren, bir bakıma insanla tuzlu suyu, kumu, güneşi buluşturmaya ortam hazırlayan, cumhuriyet döneminin plajlarının öncüsü, yalnızca ve yalnızca Osmanlı toplumuna özgü simgesel birer yapı oldular…”
Erkeklerin yüzmek için giydiklerine “deniz banyosu donu”, kadınların giydiklerine ise “denizlik” denilirdi. Yazar Ekrem Işın, deniz hamamlarını“Geleneği ürkütmeden” ortaya çıkarılmış ilginç bir sosyo-kültürel proje olarak tanımlamaktadır.
Şehr-i İstanbul ve Osmanlı coğrafyasında yazılı kaynaklarda her ne kadar 19.yüzyılın ilk yarısından itibaren insanların yüzme maksadıyla denize girmeye başladığı yazılsa da, bizler şuna inanıyoruz ki; İstanbul’un ve Osmanlı’nın eski gündelik hayatında kayıtlara geçmemiş yüzmek ve serinlemek maksadıyla denize girildiği tarihin satır aralarında gizlidir.
Kaynak
1- Şahmurat ARIK , “Türk Romanında İlginç Bir Mekân Unsuru: Deniz Hamamları”, Kastamonu Eğitim Dergisi , Ekim 2005 Cilt:13 No:2
2- Osman Nuri ERGİN, Mecelle-i Umûr-ı Belediye, II. Baskı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yay., C. IV, İstanbul 1995, s. 2142-2143
3- Reşad Ekrem KOÇU, ”Deniz Hamamları”, İstanbul Ansiklopedisi., C. VIII, s. 4438-4442
4- Gökhan AKÇURA, ”Deniz Hamamları”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vak. Yay., C.III, İstanbul l994
5-Burçak Evren, İstanbul’un Deniz Hamaları ve Plajları, İnkilap Kitabevi, İstanbul 2000